12 Ekim 2010 Salı

Ya, tam tersine, her şey yeni başlıyorsa??


"Ya, tam tersine, her şey yeni başlıyorsa? Ya başka müzikler bir kez daha başka toplumlara işaret etmekteyse? Ya, onlar sayesinde, geleceğe bir köprü kurup yenilikleri gözleyebileceksek?" diyor Jaques Attali “Gürültüden Müziğe” adlı kitabında, Müzikolojik açıdan müziğin bu uzun evrilme sürecinde hep belli akımlardan bahsedip durdum. Hepimiz bir dönemin müziğine – bestecilerine tutunup yıllarımızı bu müzik akımlarıyla düşünmeye kavramaya anlamaya duyumsamaya adayarak geçirdik. Merak ettiğim, içten içe kafamı kurcalayan soru ise; yeni kültürlerin-var olan şimdiki zamanların- yeni müzikleri neden yok?
Bilinen o ki; müziğin akım olarak evrilme süreci, toplumlardaki köklü değişimlerin sonucu olarak çıktığına göre köklerimizde tarihimizde bizi etken olarak bu yaşamda tetikleyen müzik, bir aidiyet duygusuyla da karşımıza çıkıp arayışa yöneltebiliyor kişiyi.

Şimdiki zamanda üretilen müziği bir tuş olarak tanımlarsam pause tuşuna benzetiyorum. Popüler olarak algılanan bu müzik, aslında bir önceki akım-lar-ın etkisini taşımasına rağmen, bir akıma dönüş-e-memiş, popüler kültür pastasının parçası, oldukça kolaya kaçan bir müzik türü haline gelmiştir. Aynı altyapıları kullanan, müzikal olarak farklı bir duyum zevki yaşatamayan bu müziğin sadece “gürültü“‘den ibaret olduğunu düşünmekteyim. Oysaki Jacques Attali’ye göre de müzik, gürültünün belli bir istikamete doğru yönlendirilmesi, bir çeşit gürültü düzenlemesidir; bu sebeple müzik bir biçimlendirmedir, gürültülerin aşamalandırılmasıdır ve günah keçisinin kurban edilmesinin taklididir. Burada zamane müziklerine karşı duyduğum önyargının farkındayım fakat bu “popüler kültür” bestecileri, tarzı veya akımı ne olursa olsun her daim farklı bir düşüncenin açılımı olarak ortaya bir dizi melodi koyabildiklerinde, müzik hayattımdaki yerini bir anlam olarak sürdürebiliyor yoksa üç noktadan ibaret kalması olası.

Cage’in “zihinsel önyargı” diye adlandırdığı alanda müzik her zaman öncelikli, olumlu bir terim iken gürültü, kaçınılması, hariç tutulması ve susturulması gereken durumları temsil etmiştir.. Bu birbirine zıt etkenler, müziğin ahenginde bilinç dışı-el ile yoğrulduğunda ortaya çıkan muazzam sesler, birbirini bütünleyen atonal algımızı zorlayan bu müzik, artık sadece bestecinin yargılarını değil bizim yargılarımızı da taşımaktadır. Artık tüm melodiler bizim yarattıklarımız bizim duyumsadıklarımız olarak varolacaktır.

Cage, dinleyiciden açık bir zihin talep eder. Bir de çevre seslerine duyarlı, hatta geleneksel anlamda müzik kavramının dışında bırakılmış tüm seslere duyarlı bir kulak. Bunu günümüzde başarabilmek için mayasında değişken doneler bulunan, zihinleri sürekli kurcalayan, varolan duyuma çok farklı anlamlar katabilen bir müziğin performansına tanık olmamız gerekir.
Kimi müzisyen bestelerini ses formları üzerinde matematiksel olarak yapılandırır iken ender olarak bazıları -ki en çok ilgimi çeken bu yönelim- dijital türevlerden uzak, evrenin sesinin yani çevre, doğa sesleri ile enstrumanı progresif, deneysel ivmeleri olan melodiler bütünlüğünde birleştirerek beni, sonsuz döngü içerisinde bırakan, başka bir boyutta nefes almamı sağlayan bir dönüşüm haline geliyor. Deneysel müziğin hayal gücü ile belli formlarda ama kalıplar ile müzisyenin hissiyatını birleştiren bu oluşumu dinleyebilmek! nüansı kavrayabilmek için belki de en önemli kurgu.

Bir müzisyen olarak ve kendi müziğinde de deneyselliği denemeye çalışan, keşif’e çıkan biri olarak, müziğin aslında düşünmeyi bıraktığın anda, sadece bir ses olduğunu hissettiğin anda varolabildiğine inanan ve tecrübe etmiş bir “ses”im ben de - Blimpliza’nın kayıt süreçlerinde ki sancımız bundan yana – varolan andan kopup algılarımızı sadece içimize seslerimize verdiğimizde özgün müziği deneysel müziğin içindeki o alanda oynamak – bir çocuk gibi – oradan oraya şahane bir adım kendimize ve müziğimize bu çok açık.. Gürültünün içinden sıyrılıp ses olabilmek hep amacımız seslerle doğmak doğrulmak.
Gürültüden sıyrılmak ise amaç, varolan tüm sesler ile alternatif sesleri doğurabilmeli. Böylece insan iç sesi ile başedemediğinde tüm yükünü kusarcasına bir mikrofona yükler iken, tüm acıyı tellere sürtünerek kirlettiği elleri ile atmaya çalışır. Zamanın içinde tutunup yükselir, etrafındaki seslerle yeniden doğar. İşte o zaman, kendine gerçek bir dünya kurabilmiştir.

Müziği İmgelemek!


Müzikte görsellerin bir dil oluşturduğunu söylemenin anlamı nedir?

Müziğin bir çok sanat dallarıyla etkileşim* halinde olup kendi etkileyici unsurlarını diğer sanat disiplinleriyle desetekleyerek ortaya muazzam görüntüler koyabildiklerini biliyoruz, görüyoruz. Sanat dalları kendi içlerinde insana değen hayal güçlerini, göstermenin sorumluluğu ile hep farklı disiplinler olarak görülse de; birbirleri ile eş zamanlı büyüyebilen anlam çoğaltabilen sanatlar olabilmeleri çok mümkün.
Müziğin, seslerin bedenimizdeki etkileri, duysal algımızı görsel algımızla birleştirebilen her yansıma, dinlediğimiz müziğe karşı bağlantılar, hisler büyütmeye başlar.
İsviçreli fotoğrafçı Jean Mohr’e göre görsel hafıza, iki sistematik asal enerjiden oluşmaktadır. İlk sistem her zaman geleceğe yönelik bir özelliği olan, doğal yeniden üremedir. İkinci sisitemin asal enerjisi ise sürekli geçmişi muhafaza etmeye çabalayan hafızadır. Algılanan bütün görünümlerde algının her iki sistemin karşılıklı olarak birbirine gidiş gelişi söz konusudur.
Şimdi görsel nesnelerin hayatlarımızdaki kodlanmışlıklarını düşünelim. Sadece kafamızı kaldırıp gökyüzüne baktığımzda bile bulutları kimi zaman bir kediye, kuşa,kimi zaman ise bir ensturmana benzetiyor olmamız, görsel çağırışımlardan dolayı oluyorsa, hayatlarımızda doğduğumuzdan beri gördüğümüz birçok görselin bizdeki duygusal etkilerinin ne kadar güçlü olduğunu düşünelim… Geçmiş zamandan kalma bir fotografa baktığımzda o an‘a gidebiliyor olmak, o zamanın duygularını hissedebiliyor olmak görselin hayatımızdaki o çarpıcı yerini düşünmemiz için büyük bir sebep olabilir. Görsellerin dili işte bu düşsel perspektiften daha net ve daha gerçek olmaya yüz tutuyor hiç şüphesiz.
Fransız post-empresyonist ressam Paul Cézanne “Nesneler birbirlerinin içine nufüz ederler. Fakat canlılıklarını asla kaybetmezler. Gözle görünmez bir şekilde etraflarına gizli yansımalar saçarlar.” der.

Görünümler algılarımızda da tutarlık sergiler. Tek bir şeyin ya da olayın görüntüsü, başka şeylerin ve olayların görüntülerini de peşinde sürükler. Bir görünüşü tanımak başka görünüşlerin hafızada bulunmasını gerekli kılar.
Yazımızın başında da söylediğimiz müziğin görsel sanatlarla olan paralel ilişkisini kullanabildiğimizde daha algı odaklı göstergelerle müziği anlatmak istediğinin daha ötesine taşıyabilmesi bu şekilde mümkün olabilmektedir. Seslerin doğurganlığını görsel yanılsamalarla büyütmek. Görüntüler yanılsamalarımız, sesler duyumsadıklarımız bir araya geldiklerinde ise ortaya çıkan enerji sürreal bir bilinç oluşturuyor.
Şimdi ki zamanda müziğin görüntüyle ilişkisi şöyle somutlaşıyor. Konser performanslarında da gördüğümüz gibi iyi müzikler iyi görünümlerle eş zamanlı olduğunda kendimizi başka bir dönüşüme dahil hissediyoruz. Bütün olma duygusunu hissedebiliyoruz . Yakın zamanda ülkemize gelen Trip-Hop akımının öncülerinden Massive Attack grubu gibi down tempo’nun o sıradışı kışkırtıcı yüzüyle birlikte görsel algımızı gıdıklayan ve ortaya şahane bir enerjinin çıktığını bizzat gözlemlemiş bulunuyorum. Grup her performansında bir video duvarı kullanmaktadır. Gerçek zamanlı veri akışı yapabilen bu sistem grubun karanlık sözlerine kendince dillendirme fırsatı sunuyor. Dinleyiciye ise müziğin ritmi içinde kendine yeni bir oluşum sunabiliyor.
Seslerin görsel ile birleştiğinde mucize yaratabileceklerine inanıyorum. Özellikle progressive öğeleri olan müzik akımlarında başvurulan bir yöntem sahnede imajların kayıp giden bir background’da müziğin ahengi ile sunulması. Çünkü artık dinleyici sesleri duyumsamanın ötesinde görsel iletişim teknolojilerinin gelindiği bu yüzyılda sadece duyumsamak değil görüntülerin verdiği sıradışı deneyimlerle özümsemek istiyor müziği.. ve başarıyor da… Müzik kendi içinde tabularını yıkmaya devam ediyor. İnsan hissine ne kadar yakınlaşabilirse bir olgu, o kadar çabuk özümsüyor, canlı kılıyor. Müzik Seslerle başardığı bu devrimi imajlarla büyütüyor. İmajlar dile geliyor, melodiler gözle görülür olup, imge dünyasının varlığını ispat ediyor.